Yedi kişiye rastgele seçilmiş lüks bir yatılı okulda öğrenim gören lise son sınıf öğrencileri, kendilerini yalan oyunları oynayarak eğlendirirken, beklenmedik bir korkuyla yüzleşirler ve bir yalancının, hatta gerçekleri söylediğinde bile, hiç kimsenin ona inanmadığını öğrenirler.
Bu gençlerin her biri, zenginliklerinin ve popülerliklerinin onları her türlü tehlikeden koruyacağını düşünmekteydi. Ancak hikayeyi daha da karmaşıklaştıran şey, bu olayların tamamen beklenmedik bir zamanında ve yere gelmesiydi. İzleyicilerin sürekli olarak ne olacağını merak ettiği bu gerilim dolu anlar, filmin temel çekiciliği ve merak unsurunu oluşturuyor.
Filmin en önemli vurgusu, "yalan söyleyen birine kimse inanmaz" özdeyişi üzerine kurulmuş. Yalanlar üzerine kurulan bu hayatlar, korkunç bir gerçekle yüzleşince, kaçınılmaz olarak çöküşe uğrayacak. Bir yandan da film, yalanların sonuçlarının ne kadar tahrip edici olabileceğini, özellikle de bu gençlerin hayatlarında nasıl bir etki yaratabileceğini getiriyor izleyiciye.
Söz konusu film, bir yandan gençlerin masumiyetini ve naifliğini yansıtırken, diğer yandan da onların aslında ne kadar acımasız ve kendilerine zarar verici olabilecek eylemleri karşısında ne kadar bilinçsiz olduklarını gösteriyor. Bu çarpıcı gerçeklik, filmin güçlü bir etki bırakmasını sağlıyor.
Sonuç olarak, bu film, toplumun yalanlar üzerine kurulu düzeninin nasıl çöküşe geçebileceğini ve yalan söylemenin, hatta bunu bir oyun haline getirmenin sonuçlarının ne kadar ciddi ve geri dönüşü olmayan zararlar doğurabileceğini gösteriyor. Bu gençlerin yaşadığı dehşet, izleyiciye unutulmaz bir etki bırakıyor. Gerçekleri söylediklerinde bile onlara inanmayan bir dünyada, belki de en acı gerçek, yalanın sonunda gerçeği söylemeye çalışmanın çaresizliği olabilir.