Frank Castle, nam-ı diğer Punisher, organize suçu acımasızca yerle bir ederken aslında çok daha büyük bir savaşın fitilini ateşlemekte. Sinema severlerin yakından takip ettiği bu karakter, insaflı olmayan bir şiddetin, adaletin temsilcisi olarak karşımıza çıkar. Kahramanımız Frank Castle, ailesinin acımasızca öldürülmesinin ardından bir intikam meleği olarak doğar ve organize suç dünyasını hedef alır. Katıksız bir kahraman olmaktan ziyade, Castle'ın karanlık yüzünü ve insana dair zaaf noktalarını da izleyiciye sezdiren bir anti-kahraman portresi çiziliyor.
Punisher, adaleti kendi yöntemleriyle sağlama çabasındaki bir insanın, yeri geldiğinde ne türden fedakarlıklar yapabileceğini, ne tür çatışmalar içine girebileceğini gözler önüne seriyor. Bu beyazperde eserinde, Punisher'ın organize suçluları vurduğu her darbe, onunla birlikte yürüdüğü yolda daha büyük bir savaşın tohumlarını eker. Her ne kadar bu, ailesinin intikamını almak için belki de tek yol olarak görünse de, bu savaşın zorluğu ve karmaşası zamanla daha da artıyor.
Frank Castle'ın karakteri, adalet arayışı ve bunun sonuçları üzerine düşündürücü bir yapıt sunuyor. Kendini bu uğurda feda edebilen bir adamın portresi çizen Punisher, aynı zamanda bize, adaletin her zaman kanun kitaplarında yazıldığı gibi olmadığını; bazen sokaklarda, karanlık köşelerde ve kanla yazıldığını hatırlatır. İzlemesi bir o kadar gerilimli, düşündürücü ve etkileyici olan bu film, karakter derinliği, hikayesi ve etkileyici sahneleriyle sinema severleri kendine hayran bırakıyor.