Bir dağın uçsuz bucaksız, ıssız zirvesinde sekiz çocuk silahlarıyla beklemektedir. Bu çocuklar, hayatlarının çoğunu eğitim ve oyunla geçirmesi gereken kişiler fakat onlar bu huzurlu çocukluk döneminden çok uzakta, zorlu yaşam şartları altında silahlı bir görevi yerine getirmektedirler. Yanlarında tutsak bir kişi ve ek olarak zorunlu olarak süt vermesi beklenen bir inek vardır. Bu, ilk başta tuhaf gelebilir, ancak buradaki her şey tuhaftır. Çocuklar, tutsaklar ve inek, aynı zamanda bir tür boyunduruktur kendilerine, kendilerinin dışındaki bir dünyayı temsil eder.
Film, anlatımına devam ettikçe her bir çocuğun belirgin bir karakter ve kişiliğe sahip olduğunu görüyoruz. Hiçbirinin burada olmayı seçmediğini, ancak durumları gereği ortaya çıkan çaresizliğin sonucu olduğunu anlıyoruz. Bu çocuklar farklı şekillerde hasar görmüş ve hayatta kalmak için anlam veremedikleri bir durumu kabullenmek zorunda kalmışlar. Bu yüzden bazen silahlarını sallarlar, bazen birbirleriyle güreşirler, bazen de inekle baş başa kalırlar. İnek de tıpkı onlar gibi, sakin bir hayatı haketmesine rağmen, adapte olması gereken garip bir durumda bulunur.
Her ne kadar bir rehine ve bir ineğin etrafında gelişen bir hikaye basit ve hatta komik görünebilir ise de, filmin alt metni ve sembolizmi gözler önüne serdiği acımasız gerçeklerle anlamını keskin bir şekilde ortaya koyar. Gerek karakterlerin gelişimi, gerekse çocukların masumiyetlerinin yitirilişinin anlatıldığı bu film, izleyicisine sert ve düşündürücü bir deneyim sunar.