Aktivist Bayard Rustin'ın hayat hikayesini anlatan film, bizleri 1963 yılına, Amerikan tarihinin kritik dönemeçlerinden birine, Washington Yürüyüşü'ne götürüyor. Ancak filmdeki en büyük çekişmeyi doğrudan olaylar değil, Rustin'ın kendisi oluşturuyor. Rustin, bir yandan ırkçılıkla boğuşurken diğer yandan da homofobiye karşı mücadele vermek zorunda kalıyor. Filmde Rustin'ın şahsiyeti ve yaşadığı çatışmalar, dönemin Amerika'sında hüküm süren önyargıları ve mücadeleleri gözler önüne seriyor.
Film, Rustin'ın sivil haklar hareketine yönelik etkili katkılarına odaklandıkça, izleyiciye de 1963 yılındaki Washington Yürüyüşü'nün nasıl organize edildiğini gösteriyor. Bu etkili eylem, tüm engellemelere rağmen Rustin'ın liderliği sayesinde başarıya ulaşıyor ve bu da onun bu hareketteki önemli rolünün bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.
Filmde Rustin'ın yaşadığı ırkçılık ve homofobi, o dönemin sosyal ve politik atmosferini anlamak için büyük bir fırsat sunuyor. Ancak film, sadece bu mücadeleleri anlatmakla kalmıyor; aynı zamanda Rustin'ın bu engelleri nasıl yenebildiğini, nasıl ayakta kaldığını ve bunu nasıl bir direnişe dönüştürdüğünü de gösteriyor.
Kısacası, filmde Rustin'ın hayatı, ırkçılık ve homofobiye karşı verilen mücadelenin ve sivil hakların tarihi açısından büyük bir önem taşıyor. Ancak aynı zamanda, bu film bize direnişin, dayanışmanın ve umudun nasıl bir güç olduğunu gösteriyor. İzleyicilere, ne kadar büyük engellerle karşı karşıya kalırsa kalsınlar, kişinin kendine ve haklarına inanması durumunda bunların üstesinden gelebileceğini hatırlatıyor.